TASAVVUF- 2
Evet gerçekten insan, büyük güçlerle donatılmıştır Allah tarafından. Ama yinede bütün değildir, yani insan külli varlık değil, cüzi bir varlıktır, parçadır. Onun için, Allah, kullarını uyarmıştır ve bu yolla yücelmeye kalkmasının kendini batırıp şirke götüreceğini açıklamıştır. (Kuş adalı İbrahim 1845) şöyle güzel bir tespit yapmıştır. Enel Hak kelamından ene maal Hak kelamı evladır, yani Ben Hak ile beraberim sözü, ben Hakkım sözünden daha değerli ve güzeldir der. Evet, kurtuluş Allah olmakta değil, Allaha kul olmaktadır. Efendilik ve kurtuluş hırsına düşüp de, kulluğun onurunu yitirmeyelim. Allah, ayetlerde insanı topraktan, bir anne ve babadan, meniden yarattığını açıklıyor. 16/ Nahl 4 “ O insanı bir damla sudan, yani meniden yarattı , bakarsın ki Rabbine apaçık bir hasım oluvermiştir.” 16/ Nahl 47,” yoksa Allah’ın kendilerini yavaş, yavaş tüketerek cezalandırmayacağından emin mi oldular.” Soru şu, Vahdeti Vücutçular, Allah’ın yaratılmadığını, parça olmadığını, hiç bir varlığa benzemediğini, kendi parçası olanı nasıl cezalandıracağını hiç düşünmüyorlar mı? Allah haşa kendi sözüyle çelişir mi?
Bu ve benzeri ayetler hepimizin elinde bulunan Kuran’da mevcuttur. Peki, bu ayetleri ben buluyorum, anlıyorum da onlar neden bulmamışlar? İnsanların şirk koşanlarını, münafık olanlarını ve inkarcı kafir olanlarını, Allah cehennemde cezalandıracağını, çeşitli ayetlerle açıklamasına rağmen, Allah’ta birleşme iddiası insanı nereye götürür iyi düşünelim. Şöyle de diye bilirler, bunlar iyi olmayan kullardır, tamamda Firavun’u dahi Vahdeti Vücut konumuna getirenler iyi kötü ayırmasını bile yapmıyorlar ki. Allah’ın parçası oluğunu düşündükleri iyi insanı ele alalım ve soralım. Allah uyumaz, acıkmaz, acı çekmez, hastalanmaz, kimseye muhtaç olmaz, doğmamış, doğrulmamış, doğurtmamış, yanılmaz, her şeyi bilir, günah işlemesi yok ve bunun gibi. Ama iyi insanda olsa, Salih, alim, ulema, evliya, veli ve cennetlikte olsalar, insanlar yaratılmıştır. İnsanlar uyurlar, hastalanırlar, acı çekerler, acıkırlar, illaki birilerine muhtaçtırlar. Mesela en azından bir gitmek için bir araca muhtaçtır, bu nasıl Allahın parçası olur veya Allah’la bütünleşir, ne yazıktır ki, bunlar din adı altında yapılıyor ve söyleniyor.
Tanrı ile insanın ve kainat arasındaki birlik olduğunu ilk ileri sürenler Herakleites ile Parmenides’tir bu görüşü daha sonraki çağlar da Yunan Filozofu Eflatun ve Eflatunun peşinden giden Platines savunmuşlardır. Muhammed, Peygamber olmadan mağaraya gidip toplumun cahilliğine çare aramak için mağaraya gitmiş, ancak Peygamber olduktan sonra ömründe hicret hariç hiç mağaraya, yalnızlığa, inzivaya çekilmemiştir. Takvayı insanların arasında yaşayarak hayatının vasfı haline getirmiştir. İslam’da insan kullukta ilerledikçe sakındığı şeyler çoğalır, sakındığı şeyler çoğaldıkça da kullukta ilerlerken, Tasavvufta mertebe kat ettikçe mükellefiyetler azalmakta, hatta bazen tümüyle kalkmaktadır. Bayezidi Bestami “ Kendimi tesbih ederim, benim şanım ne yücedir.” Derken İbni Arabi “ Yaratılan, yaratılmış olandır, ben o ve o benim diyebilmektedir. Bunlar abdal tabakasına girmeden önce nikahlanırlar, artık ona bir daha dönmezler. Zevceleri ile sohbetten ve çocuklarından ayrılırlar, bir daha zevceleri ve çocukları ile sohbet edemezler ki, bu onların malumu olsun. Onlar sünnete riayet etmede, nikah hususunda, mübalağa ederler. Hatta öyle ki, bir yabancı kimse evlerine geldiği zaman, bir gün veya bir hafta kalsın ve o hanımı ile nikahlanarak onun hakkını versin isterlerdi. Daha sonra o adam o kadını bıraksın ve kadın da onun kim olduğunu bilmesin. ( Nefahatül Üns, Molla Cami, bedir Yayınevi 1971 sayfa 42.) Bu nasıl bir Tasavvuf anlayışıdır, Tasavvuf ayrı bir din, İslam ayrı bir dindir.