MEZHEP VE MEZHEPLER-21
Hadis ilmiyle uğraşanların bildiği gibi, hadis kitaplarının önsözlerinde, 150–200 sene sonra yazmaya başladıklarını, Buhari’nin aldığı hadisleri Müslimin almadığını, bunların aldığını diğer hadisçilerin almadıklarını kendileri yazıyorlar. Fakat kraldan çok kralcı denir ya, sonradan gelen Kur’an dışı zihniyetler, bunları şaşmaz, değişmez, ilan ederek, hem Allah’ın sıfatını, yanılmazlığını, şaşmazlığını bunlara vermişler, hem de Kur’an ayarına, değerine getirerek kutsallaştırmışlardır. Buhari, Müslim ve diğerlerini, mezhep imamları dediğimiz insanların görüşlerini izah ettim, onlar diyor ki biz insanız, dolayısıyla yanılırız diyorlar; fakat kralcılar, yok yanılmazlar, hata yapmazlar diye ortalığı velveleye veriyorlar. Biz de diyoruz ki: Yahu adamlar sizin dediğiniz gibi demiyorlar, biz yanılırız, ama bu görüşlerimizi, mezhebimizi, yazdığımız sözleri, hadisleri kutsallaştır-mıyoruz, diyorlar. Kralcılar hala koro halinde, yok yok öyle değil, hak mezhep, hak görüş, onlar yanılmaz diyorlar, farkımız bu ne diyelim?
Zaten kulaktan dolma sokak bilgileri ile bakanlar itiraz edenlerdir. Yoksa konuyu, iyi kötü anlamda okuyanlar, araştıranlar, düşünenler, söyleyip yazdıkla-rımıza rahatlıkla katılıyorlar, insanlar özellikle de müslümanım diyenler, Kur’an’ın dışında vahy aramanın ve inanmanın hiçbir anlamı olmadığını niçin akledemezler ve vahyin Kur’an’a alınması ve Kur’an’ın da Allah’ın korumasında bulunması, diğer bir kısmın vahyi gayrı metluv denilmesi izah edilir, bir husus değildir. Eğer böyle olsa idi bu takdirde dinin bir kısmının korunmuş diğer bir kısmı korunmamış olurdu ki, bu Hicr suresi 9. ayete uymamış olur.
“Kur’an’ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” (15/ Hicr 9)
Bu ayet ne diyor? Vahyi gayri metluv diyenler ne diyor? Takdir ve inanmak insanlarındır.
“Nitekim biz Kur’an’ı kısımlara ayıranlara azabı indirmişizdir.” (15/Hicr 90)
“Onlar, Kur’an’ı bölüp ayıranlardır.” (15/Hicr 91)
Müslüman namazı, haccı, zekâtı, ticareti, sulhu, harbi, siyaseti ve buna benzer şeyleri de sadece Allah rızası için yapmalıdır. Allah rızası da, ancak Allah’ın belirttiği ve açıkladığı Kur’an’a uymakta vardır. Bunun içinde haramları yapmak ve din uydurup şirke düşmek yoktur. Haramın helal ile karıştığı, imanın küfre bulaştığı, herkesin vehimlerinin doğru sanıldığı bir akide ve hayat tarzı din değildir. Zaten genelde yapılan yanlışlık şu. Başkaları öyle söylediği için kalabalıklar öyle söylüyor, yapıyor, doğru sanıldığı için kimilerini büyük ve yanılmaz biliyorlar. Nedense insanlar eskilerden bu tarafa eğrileri söyleyenleri değil, daha çok doğru söyleyenleri kınamışlardır. Allah’ı hoş tutmak için, anne babayı hoş tutmak, onlara merhametle yaklaşmak gerekiyorken; bizim hoşumuza onlara karşı gelmek gidiyorsa, nefsimizde değiştirilmesi gereken bir şey var demektir. Kastınız ne kadar iyi olursa olsun, niyetiniz ne kadar halisane olursa olsun; hareketiniz, yaşantınız fiili olarak yaptığınız kötü olursa, niyetiniz halis te olsa iyiliğinizi yok eder, götürür. Nasıl ki, büyük şehirlerde hava kirliliği olur, insan dışarıya çıkınca kirli havadan etkilenir, nefes alamaz, boğulursa, bu zamanda da hurafe ve batıl, şirki inançlardan, insanlar öyle daralıp zorlanıyor. Neye, nasıl inanacağını şaşırıyor. Bakıyor diyor ki: Herkes öyle söylüyor, çoğunluk öyle yaşıyor ben de öyle yapayım, kurtulurum zannediyor. İnsanların kendilerini Müslüman sanmaları asla bir ölçü değildir. Ölçü, vahy olan Kur’an’ın ayetlerindeki açıklanan emre göre iman edip, Müslüman olmaktır. Kur’an’ın açıkladığı şekliyle, müşrikler (şirk koşanlar), bizim tabirimizle gâvurlar biz de inanıyoruz diyorlardı; hacca niçin geliyorlardı, Kabeyi niçin tavaf ediyorlardı? Niçin namaz kılıyorlardı? Enfal 35. ayete bakılsın, işte farkı buradan anlamalıyız.
“Ey iman edenler! Allah’dan ona yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (3/ Ali İmran 102)
“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a İslam’a) yapışın, parçalanmayın..” (3/Ali İmran 103)
“Kendilerine apaçık ayetler deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır.” (3/Ali İmran 105)
Toparlayacak olursak, mezhep yol demektir. Dini hükümleri yaşayıp tatbik etmek takip edilen yol demektir. İslam tarihinde çeşitli itikat ve amel mezhepleri (görüşleri) olmuştur.
“Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.” (6/ Enam 159)
“Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın, her fırka kendilerinde olan (zübür) ile böbürlenmektedir.” (30/Rum 32), (23/Mü’minun, 53)
Sözün özü, Allah’a ortak koşulmadan dinin özünden
ayrılmadan, mezhep yani görüşümüz tenkit edilemez demeden, dinin ilahi emirlerine uyarak, yaşadığımız zaman ve mekâna göre toplumun anlayacağı şekle getirip her mezhebin görüşüne uyulur, diyerek; mezhepleri değişen görüşler bilerek, azimette (dinde öncelikle özre bakılmadan yapılması istenen emirlerde) birleşip, ama özre ve şartlara göre şekil alacak ruhsatı (serbestlik) kullanarak, mezhepleri din haline getirmeden faydalanmak görevimiz olmalıdır.
Yani, mezhep yorumlarını dinin kesin emri olmayan konulara ilişkin yorumlarla kolaylaştırıp, değişmez din gereği görmemek lazım, zamana ve şartlara göre Hanefi, bazı zorunlulukta Şafii, oradaki uygulanabilir olan Maliki ve Hanbeli veya diğer mezheplerin görüşleri uygulanır. Şöyle dememeliyiz. Hanefi görüşünden ayrıldım Şafiye, Şafiden ayrıldım Hanbeli ya da diğer mezhebe geçtim yerine şunu söyleyelim. O zaman imkân, şart öyle uygun görüldü, ona uydum demeliyiz, çünkü mezhepler din değildir. Şu mezhepten bu mezhebe geçtim olmaz, ancak uygulama alanı değişir.
Mezhep imamlarımız ihtilaf ettiklerinde (görüş ayrılığı) hiç birisi kalkıp, kendi görüşünün Allah’ın istediği görüş olduğunu söylememiş, tam tersi görüşüm bana göre bu şekilde doğru, ancak hata da olabilir, başkasının görüşü bu şekilde yanlış, ancak doğru olabilir demişlerdir. Bundan dolayı oradaki ihtilaflar kine ve düşmanlığa dönüşmemiştir. Herkes, Allah’ın muradını anlamak için mütevazı bir şekilde gayret göstermişdir. Örnek, namaz gibi bir ibadet meselesinde, Ebu Hanife, imama uyan kimsenin kendi başına fatiha okumasını uygun görmezken, Şafii, fatihayı namazda imama uyan kimsenin de okumasını uygun bulmuştur. İmam Şafiye, Ebu Hanife’nin görüşü sorulduğunda, insanlar fıkıhta Ebu Hanifenin öğrencileridir, demiştir. İmam Şafii şöyle der; kim kendi görüşünü din, diğerlerinin görüşünü de din dışı kabul ederse yalancıdır. Bu ibadet konusundaki örnek.
Elbette görüşler (mezhepler) olacaktır. Yine bir örnek verirsek, Kur’an’ın nazil olduğu (indiği) ilk toplumda atların savaşa hazırlanması bir savaş aracıydı. Çünkü atlar yayalardan hem hızlı, hem de fazla eşya taşıyordu. Bugün atlara gerek kalmadı, atların yerini uçak, tank, füze gibi farklı araçlar aldı. Bunun gibi araçlar değişebilir. Eğitimden, adalete, yönetimden iktisata kadar çeşitli konularda tek görüş dayatılmamış, uygulama şekli ve yöntemleri içtihada (görüşlere) bırakılmıştır. Hz. Peygamber yerine hiçbir kimseyi halife bırakmamıştır. Yönetimi insanlar kendi kararıyla seçeceklerdir. Dört halife dediğimiz Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali o günün şartlarına göre, oradaki insanların isteği ile oyu ile, idareci olmuşlardır.
İslam, dünyevi işlerde insanlara hareket kabiliyeti, görüşlerini açıklama görevi, vermiştir.
Önemli olan, bu konulardaki görüşlerin (mezhepler) Kur’an ve Sünnet’te bulunan prensip ve kurallar çerçevesinde olmasıdır. İnsanın çabası, gayreti, içtihadı, uygulamaya karar verdiği görüşü, insan için görüştür, din değildir. Din değişmez, insanın görüşü zamana ve mekâna göre değişir. Din, zamana ve mekâna göre değişmez.