Erü’de Derrida konferansı
Erciyes Üniversitesi (ERÜ) Kültür Sanat Komisyonu tarafından düzenlenen ‘Düşüncenin İzinde’ konferans serisinin 34’üncüsünün konusu ‘yapısökümcülük’ olarak bilinen eleştirel yöntemin kurucusu Fransız filozof Jacques Derrida oldu.
Edebiyat Fakültesi Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen programın konuşmacısı ‘Batı Metafiziğinin Dekonstrüksiyonu: Heidegger ve Derrida’, ‘Batı Düşüncesi’ gibi kitaplarıyla tanınan Uludağ Üniversitesi Felsefe Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kasım Küçükalp, filozofun tüm hayatı boyunca adlandırmaktan sakınan bir filozof olmasına rağmen, sıklıkla adlandırmalara maruz kaldığını ifade etti. Postyapısalcı ve postmodern teori içerisinde ismi zikredilen Derrida’nın, bu tür nitelemeleri kabul etmediğini belirten Küçükalp, filozofun temel kaygısının hakikat karşısında insanın konumunu tanımlamak olduğunu dile getirdi. Prof. Dr. Küçükalp, “Neden Derrida, ‘dekonstrüksiyon’ diye bir stratejik okuma biçimini pratiğe döktü, neden diferans kavramı çerçevesinde söz-yazı dikotomisini yapı bozuma tabi tuttu, neden karar verilemezlik, iz kavramı gibi, ötekine yönelik radikal sorumluluk gibi adlandırmaktan sakınan bir tutum içerisinde oldu. Bir kaygının ürünüydü bunlar. Ben de böyle felsefe yapayım diye felsefe yapmış olmasa gerek. Bir derdi vardı, bu derdin hakikat karşısındaki insanın mütevazı konumuyla alakalı bir durumu olduğu kanaatindeyim” diye konuştu.
“Derrida safkan Platoncudur”
Yüzeysel okuyanların Derrida’yı anti Platoncu olarak tanımlamalarına karşın, filozofun safkan bir Platoncu olduğuna inandığını dile getiren Prof. Dr. Küçükalp, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Platon’da iyi ideası zihin ötesindedir. Hiçbir zaman oluş dünyasında bir mevcudiyet formunda zuhura gelmez ve hep ötededir. Ötede olduğu için değerlidir. Hiçbir zaman kuşatılamayacağını bildiğimiz zaman onunla hakiki bir diyalog içerisinde varlığımıza onun ışıldaması sayesinde çekidüzen verme fırsatını bulduğumuz bir imkandır. Derrida’nın ‘diferans’ kavramı da aslında ikili anlam pratiğini hayata dökerken, başka olma ve erteleme anlamıyla bir şeyleri öne koyuyor. Ben, Derrida’nın da öne koyduğu şeyin iyi ideası olduğu kanaatindeyim. Burada iyi kavramını özsel bir tanımın nesnesi haline getirme imkanının elimizden alındığını düşünmemiz gerekiyor. İyiyi tanımladığınız anda iyi olmaktan çıkar. Tanımlanamadığının farkındalığıyla iyiyle irtibat halinde olduğunuz takdirde, iyi kılar. Aksi takdirde iyi yoluyla metafiziksel şiddeti pratiğe döken bir özneleşme, hümanistik bir öz inşa edici bir ameliye içerisinde metafiziğin şiddetinin açığa çıktığı, epistemik bir şiddetin meydana geldiği özcü bir düşünce hayata geçmeye başlar.”
Öte yandan filozofun ‘dekonstrüksiyon’ tanımı yaparken de adalet kaygısı güttüğünü belirten Prof. Dr. Küçükalp, söz konusu kaygıyı da Derrida’nın Platoncu olduğunun kanıtı olarak değerlendirdi. Prof. Dr. Küçükalp, “Derrida der ki; her şeyin dekonstrüksiyonu olur ama adaletin asla. Çünkü dekonstrüksiyon adalet için yapılır. Bu açık bir etik tutumu ifade ediyor. Daha da özünde hakikatle insanın etik tutumu ifade eden bir pozisyon alışı, bir düşünmeyi, bir kaygıyı hayata geçiriyor. Çünkü benim başkasıyla girdiğim ilişkiyi belirleyen şey benim hakikat telakkim. Eğer ben hakikati temellük etmiş, sahiplenmiş, özüne muttali bir varlık olarak başkasıyla ilişkiye girdiğini biliyorsam, benim hümanistik bir söylem ve hakikati kuşatmışlığın rahatlığı içerisinde kendisi olmaktan alıkoyan bir öz inşa etme faaliyeti içerisinde onu yargılama durumu ele geçirmiş olacağım. Bu epistemik şiddettir. Metafiziğin şiddetidir ve ben eğer hakikati kuşatma iddiasından vazgeçen bir etik pozisyon almışsam, ancak yargılamaktan, kınamaktan, sınamaktan vazgeçen ve dolayısıyla epistemik yollarla başkasına ontolojik kisve giydirmekten vazgeçen bir tutum alış içerisinde olabilirim. Derrida’nın dekonstrüksiyonunun temel kaygısı adalet, ahlak, değer meselesi üzerinde odaklanır. Ve zaten aslında bir çok çağdaş filozof için benzer bir şey söylenebilir. Neden çağdaş felsefe dönüp dolaşıp etik meselelere dayandı, farklılıklara karşı ihtimam kaygısını güden felsefe biçimlerine yöneliş söz konusu oldu, vicdan sahibi düşünürlerin farkı totalleştirdiği söylemlerden kurtarma telaşı içinde bulunmaları hep bu kaygının dışavurumu aslında. Biraz da bu, zamanın ruhu ile ilgili mesele. Derrida bunu en derin biçimde pratiğe döken filozoflardan biri. Dolayısıyla Derrida’nın ben Platonculuk değil, Platon düşüncesinin iyi ile girdiği ilişkinin tarihsel zeminine oturduğu kanaatindeyim. Yani safkan bir Platoncu diyebiliriz” ifadelerini kullandı.
Konferans, Küçükalp’in katılımcıların sorularını yanıtlamalarının ardından sona erdi.