İNSANIN, ANA RAHMİNDE Kİ YARATILIŞI
23/ Müminün 12. “ Ant olsun biz insanı, çamurdan süzülüp çıkartılmış bir özden yarattık.” 13. Ayet, “ Sonra onu sağlam bir karargahta (ana rahminde) nutfe haline getirdik.” 14. Ayet, “ Sonra nutfeyi alaka (aşılanmış yumurta) yaptık, peşinden, alakayı bir parçacık et haline soktuk, bu bir parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratılışa insan haline getirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.” Ayette çamurun özü denince, insan bedeninde var olan organik ve inorganik unsurların meydana getirdiği öz denmektedir. Bunlar toprağın içinde olan elementler ve vitaminlerdir. Adem (a.s.) bu özden doğrudan yaratılmış, insanlar ise, dolaylı olarak yediğimiz bitkisel ve hayvansal besinler, toprağın özünü teşkil eden organik ve inorganik unsurların bileşiminden meydana gelmektedir. Yani sırasıyla toprağın özünden besine, besinin özünden kana, kanın özünden meniye yani döl suyuna, oradan da insana dönüşme safhalarından geçerek, insan oluyor.
Ayette bu safhaların anlatılmasındaki amaç, sonsuz kudret ve güce sahip olan Allah’ın varlığını ve birliğini anlayıp Allah’a inanmayı gerektirir. Ana rahmindeki bu oluşumun komutunu kim vermektedir, bu şekillenmeyi kim gerçekleştirmektedir? Yani sperm ile yumurtanın buluşmasını ve ondan sonraki safhaların oluşmasındaki hareketi, hücrelerin çoğalma sistemini o küçücük yaratığa kim öğretti? Bu düzenin takibini inceleyip düşünen insanların, kendilerini yaratan, Allah’a kul olmaktan başka yolu yoktur. Buradan bir sonucu rahatlıkla söyleyebiliriz, şöyle, bu ayetlerden anlıyoruz ki, insanın ana karnında yaratılışı ve geçirdiği safhaları Hz. Muhammed’in bilmesi ve anlatması mümkün değildir. Yani Kuran’ı Muhammed yazdı diyenler böylece hüsrana uğramışlardır. Bu, Allah’ın gönderdiği bir vahiydir.
Bütün bu ayetlerin amacı, açıklaması ve öğretisinin bir amacı da, insanın nereden geldiğini, nasıl geldiğini ve nereye doğru gittiğini anlayıp, ne kadar aciz bir yaratık olduğunu fark etmesini sağlamaktır, mucize dolu bir beden ve psikolojik yapıya rağmen insanın, Allah’ın karşısında ne kadar aciz olduğunu anlama erdemini yakalayıp imana ulaşmasını temin etmektir. İnsanın, hayvandan dönüşerek değişime uğrayıp yaratıldığını iddia edenler önce din alanını, sonrada bilim alanını kirleten zavallılardır.
İnsana, diğer canlılardakine benzer bir güç verilmiştir. Çünkü yaratılışı tamamlanıncaya kadar insanın, canlılardan farkı yoktur. Kemiklerin etle donatılması, vücudun bütünüyle yaratılması ve tam bir insan görüntüsü alması demektir. İşte farklılaşma bundan sonra oluşuyor. 32/ Secde 9. “ Sonra insanı tamamlayıp şekillendirmiş, insana kendi ruhundan ( bilgi, beceri, akılla anlama, olayları çözme yeteneği) üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz.” Yine 38/ Sad 72, gibi. Demek ki, insanı farklılaştıran, vücudunun şekli değil, insana üflenen ruhtur. Bu fark ruhtur, yani olayları akılla, kulakla, gözle ve kalple ayırıp, düşünen ve değerlendirip bilgiye dönüştürüp çözmektir.
17/ İsra 85. “ Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir, size, ancak az bir bilgi verilmiştir. ” 17/ İsra 86. “ Eğer seçimimiz farklı olsaydı, sana vahiy ettiğimizi ortadan kaldırırdık da, sonra bu durumda sen de bize karşı hiç bir savunucu bulamazdın.” Ruh, Allah’tan gelen bilgidir, elçisine vahiy ettiği de ruh olan Kuran’dır. 42/ Şura 52. “ İşte böylece sana da emrimizden bir ruh ( Kuran) vahiy ettik. Ey peygamber, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Ama Biz O’nu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle ( Kuran’la) doğru yolu gösteririz. Şüphesiz ki sen doğru yolu göstermektesin.”
İnsan dünyaya bilgisiz geldiği için, insana üflenen ruh, Allah’tan gelen bilgi sistemidir. 16/ Nahl 78. “ Siz, hiçbir şey bilmezken, Allah, sizi analarınızın karnından çıkarttı. Şükredersiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” Ayetlere göre, ruh gözün, kulağın ve kalbin yaratılmasından sonra üflendiğinden bunlarla, görüp, duyup, kavrayıp akıl etmek özellikleridir. Yani doğruları görüp, duyup, anlayıp karar verme organlarıdır. 22/ Hac 46. “ Yeryüzünde hiç dolaşmadılar mı ki, akıllarıyla birlikte kullanacakları kalpleri oluşsun veya kulakları olsun da onunla dinlesinler. Gözler kör olmaz, kör olan, göğüslerdeki kalplerdir.” İnsan bilgiyi, gözüyle görüp, kulağıyla duyup, kalbiyle değerlendirip, akıllıca hareket derse dürüst ve doğru karar üretip verir. Ama duyguları kötü yönde oluşur gördüğünü, duyduğunu kalbiyle ayıramazsa, aklı ile gönlü arasında çatışma oluşur içi daralır, yanlış yapmaya devam eder, kötü alışkanlıklar kazanırsa, o zaman da doğruları göremez ve gözü kör, kulağı sağır kalbi mühürlü gibi olur ve gerçekleri bile, bile gizlediği için cehennemi hak etmiş olur.